Obezitenin Değişen Yüzü!

Yayın Tarihi: 14/04/2023

Zenginlikten Güzelliğe ve Hastalığa

Obezite, sağlık üzerinde önemli etkileri olan bir hastalık ve güncel bir halk sağlığı salgınıdır. Bununla birlikte, tıbbi bir hastalık olarak tanınması sadece içinde bulunduğumuz yüzyıla dayanmaktadır ve hastalık kavramının politika yapıcılar ve halk sağlığı yetkilileri arasında yaygınlaştırılması için hala birçok çalışma yürütülmektedir. Bütün çabalara rağmen halen toplumda ve hatta sağlık çalışanları arasında bile obeziteyi bir hastalık değil, bir istenç ve irade sorunu olarak görenlerin oranı şaşırtacak derecede yüksektir. 

“İyi” veya “kötü” kilo algısı tarihsel olarak kültürel normlar ve sosyal çıkarımlarla ilgili bir meseledir ve beden görünümünün estetik etkisi endişe ve damgalama konusu olmaya devam etmektedir. Tarih öncesi çağlardan kalma mevcut figürinler, kadınları artan bir şişmanlıkla göstermektedir. Örneğin Ana Tanrıça ya da bereket simgesi olarak kabul edilen Willendorf Venüsü, iri yapılı bir kadını gösteren bir heykeldir. Flaman sanatçı Rubens, güzel kadınları daha büyük vücut ölçülerine sahip olanlar olarak tasvir etmiştir. Benzer şekilde Renoir da cömert formlara ve boyutlara sahip çıplak kadınlar resmetmiştir. 

Obezitenin Değişen Yüzü! 2

Obezite, Yunan mitolojisindeki zenginlik tanrısı Pluto ve Renoir’ın sanatındaki sanayi baronları gibi erkek figürlerinin sanatsal temsillerinde de gösterilmiştir. Şişmanlığın zenginlik, sağlık ve güzellikle ilişkilendirilmesi, o dönemde yiyecek kıtlığı ve artan kıtlıktan kaynaklanıyordu. Bu nedenle fazla vücut yağının varlığı iyi bir sosyal ve kültürel duruşun işareti olarak görülüyordu.

Antik Yunan’da aşırı obezite iyi bilinmekteydi; ancak aşırı obez bir kişiyle karşılaşmak gelişmiş ülkelerde bugün olduğu kadar sık rastlanan bir durum değildi.  Ünlü retorikçi Claudius Aelian’ın (M.S. 170-235) Tarihsel Miscellany adlı eserinde aşırı obez bir kişinin detaylı bir raporuna yer vermesi tesadüf değildir: Aelian şiddetli obezitenin gerçek bir tuhaflık olduğuna ve antik dünyanın sıra dışı ve tuhaf kişi-çağlarına dair pek çok anekdot ve merak uyandırıcı hikâye anlatan bu eserde rapor edilmeye değer olduğuna inanıyordu.

Antik Yunan’ın Klasik dönem hekimlerinden Koslu Hipokrat (MÖ 460 – 370) Tıbbın Babası olarak kabul edilir. Hipokrat şaşırtıcı bir şekilde obezite için diyet ve egzersiz gibi oldukça çağdaş çareler önermiştir. Hipokrat, hastalığın doğaüstü güçlerden kaynaklanmadığını kabul etmenin yanı sıra, klinik tıbbı ve bugün doktor-hasta ilişkisi olarak bildiğimiz şeyi icat etti.

Hastalıkların tanrılar tarafından değil, doğal yollarla oluştuğuna inanan ilk kişiydi. Belki de en şaşırtıcı olanı, düşünce ve duyguların kalpten ziyade beyinde ortaya çıktığını kabul eden bilinen ilk hekim olmasıdır.

Eski hekimler ayrıca iyi bir diyetin tıbbi niteliklere sahip olabileceğine inanıyor ve bir hastanın ne tür gıdalar tükettiğine veya bunlardan kaçındığına büyük önem veriyordu. Diyabet de dahil olmak üzere hastalıkları tedavi etmek için diyet ve egzersiz gibi yaşam tarzı değişikliklerini sıklıkla kullandı – bugün yaşam tarzı tıbbı olarak adlandırılan şey.

Hipokrat obezite konusuna özel bir önem vermişti, çünkü Antik Yunan’da bir kişinin kilosunun tembel bir yaşam tarzının sonucu olduğu düşünülüyordu. Hipokrat, birçok ani ölümün obezite ile ilişkili olduğunun farkındaydı. “Aşırı kilo kaybına neden olan diyetin yanı sıra bir deri bir kemik kalmış bir kişinin beslenmesi de zorluklarla doludur” diye yazmıştır.

Yunan hekim ayrıca hastalarına daha aktif bir yaşam benimsemelerini ve daha fazla egzersiz yapmalarını tavsiye etmiştir. “Yürümek insanın en iyi ilacıdır” dediği aktarılır. “Hareketsiz yaşamları boyunca vücutları gevşer ve çömelir. Çünkü erkek çocuklar ata binmeyi öğrenene kadar zamanlarının büyük bir kısmını arabada oturarak geçirir, göçler ve gezintiler nedeniyle nadiren yaya yürürler; kızlar ise fevkalade gevşek ve uyuşuk bir fiziğe sahiptirler” diye yazmıştır Hipokrat.

Doktor ayrıca obezite ve hareketsiz yaşam tarzının kadınların üreme sağlığı üzerinde olumsuz bir etkisi olduğunu gözlemlemiştir. Bu amaçla, Hipokrat ve ona yaklaşıp aşırı kilolarından nasıl kurtulabileceğini soran obur bir adam hakkında bir anekdot vardır. “Tavsiyem basit,” diye yanıtladı doktor. “Günde bir parça kerevizle yaşa. Ve onu satın almak için gereken parayı çok çalışarak ve ter dökerek kazan.”

Obeziteye yönelik tutumlar, tarımsal ve endüstriyel evrim ve yiyeceklerin daha iyi bulunabilir hale gelmesiyle zaman içinde değişmiştir. Bouguereau gibi sanatçıların eserlerinde daha ince kadın figürleri görülmektedir.  Daha sonra 20. yüzyılda, güzelliğin temsili ince figürlerle eş anlamlı hale gelmiştir. Medyada kadınlar ve erkekler daha ince ve zayıf, bazen de yetersiz beslenmiş olarak tasvir edilmiştir. Bunun bir örneği, 60’lı yılların gençlik ikonu olan ve çok ince fiziğiyle tanınan İngiliz model Twiggy’dir. Twiggy, kendisinden sonra gelen ve güzelliğin ve toplumsal normların sembolü olan süper sıska modellere zemin hazırlamıştır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında şişmanlık algısı sadece değişmekle kalmadı, aynı zamanda damgalama konusu haline geldi. Güncel literatürümüz, sosyal olarak istenmeyen vücut ağırlığından kaynaklanan zorbalık ve izolasyon örnekleriyle doludur. Bunun son örneği Darren Aronofsky’nin tartışmalar yaratan ve mutlaka izlenmesi gereken “The Whale” (Balina) adlı filmidir.

Aşırı vücut ağırlığının kültürel ve toplumsal etkilerine paralel olarak, şişmanlığın tıbbi ve sağlık açısından önemi de zamanla değişmiştir. Başlangıçta bir miktar fazla yağa sahip olmak tıbbi açıdan kabul edilebilir olarak görülürken, daha sonra fazla kilo taşımak, obeziteyi aşırı yeme “ahlaksızlığına” bağlayan Osler’in 1905 tarihli kitabında tasvir edildiği gibi, kötü bir davranış işareti olarak algılandı. Artan vücut yağının sağlık üzerindeki etkileri tıp camiası tarafından giderek daha fazla bilinir hale geldi. Örneğin 1956 yılında, obezitenin solunumla ilgili komplikasyonları Pickwickian sendromu ile tanımlanmıştır. 

Ancak obezitenin kendine özgü patofizyolojisi ve sağlık etkileri olan tıbbi bir hastalık olarak tanınması 20. yüzyılın sonlarına ve daha çok da günümüze dayanmaktadır. Aslında, Amerikan Tıp Birliği’nin, ilgili tüm tıp uzmanlıklarıyla uyum içinde, obeziteyi resmi olarak bir “hastalık durumu” olarak adlandırması ancak 2013 yılında gerçekleşmiştir. Ve 2015 yılında, bu yükselen salgınla mücadele etme ihtiyacı konusunda kamu sağlığı farkındalığını artırmak amacıyla ilk Obezite Günü ilan edilmiştir.

Diyabet ve kardiyovasküler hastalıklar gibi yükselen diğer bulaşıcı olmayan hastalıkların aksine, obezite çoğu kez görülebilen bir hastalıktır. Bu tıbbi durumun hem avantajı hem de tehlikesi burada yatmaktadır. Vücut yağındaki hafif bir artış veya fazlalık, birey ve hekim tarafından genellikle doğrudan fark edilebilir ve bu da teşhis ve tedavinin derhal başlatılmasına yol açabilirken, obezitenin bariz bir şekilde ortaya çıkması aynı zamanda kişiler arası çatışmalara ve sosyal damgalanma potansiyeline neden olabilir. Sağlık çalışanları olarak bizim rolümüz de burada yatmaktadır. Kiloyu sosyal ve kültürel normların tehlikelerine karşı korumak yerine, rolümüz obezite konusunda farkındalığı artırmak ve “sağlıklı” kiloyu arzu edilen bir tıbbi amaç, obeziteyi de suçlanacak bir kusur ya da sosyal bir damga olarak değil, tedavi edilebilecek bir hastalık olarak öne çıkarmaktır.

Kaynaklar:

  • Ferrucci L, Studenski S, Alley D, et al. Obesity in Aging and Art 2010 J Gerontol A Biol Sci Med Sci. 65A(1): 53-56
  • Eknoyan G. A History of Obesity, or How What Was Good Became Ugly and Then Bad 2006 Adv in Chronic Disease. 13(4): 421-427
Yazar: Op Dr Murat Üstün

Dr. Murat Üstün is the Lead Bariatric Surgeon at IBC - Istanbul Bariatric Center. Dr Murat Üstün has made a commitment to every patient's well-being and safety, a goal that is also pursued by our staff and medical professionals that are at your service, this is part of the excellence equation. Dr Murat Üstün and the Istanbul Bariatric Center team perform medical procedures, including gastric bypass, sleeve gastrectomy, adjustable gastric band, and biliopancreatic diversion with duodenal switch. While performed differently, all of these procedures help patients lose weight by limiting how much food the stomach can hold as well as the patient’s absorption of nutrients. Surgeries are performed at a JCI accredited Hospital. The Joint Commission International works to improve safety at health care facilities domestically and globally. Accreditation ensures facilities are up to date, physicians are board-certified, plans for follow-up care are in place, risks of traveling after surgery are outlined, and more.

Tüm Yazıları →

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Arayın
Bilgi Alın
Whatsapp