Yiyeceğiniz ilacınız, ilacınız yiyecekleriniz olsun!

Yayın Tarihi: 12/12/2016

Yiyeceğiniz ilacınız, ilacınız yiyecekleriniz olsun!

Hipokrat’tan yaptığımız bu alıntı, hastalıkların tedavisi konusunda özellikle son yıllarda geldiğimiz noktanın, yüzyıllar önceki bilgeliğin gerisinde kaldığını gösteriyor. Gelin özellikle obezite ve Tip 2 diyabet tedavisi konusunda ne kadar yanlış bir yol izlediğimize ve aslında besinlerden kaynaklanan bir hastalığı ilaçlarla tedavi etme çabamızın ne kadar çaresiz göründüğüne bakalım. Bunu yaparken, öncelikle birçok obez kişinin aslında hormonal bir hastalığın pençesinde olduğunu, yani bu durumun onların iradesizliğinden kaynaklanmadığını bilmemiz gerekiyor. Bu hormonal bozukluğun adı insülin direnci..Sadece ABD’de erişkinlerin yarısının bu sendromdan muzdarip olduğu biliniyor.

Önce Tip 2 diyabetin oluşumuna göz atalım. Besinler üç ana gruba ayrılırlar: Karbonhidratlar, proteinler ve yağlar. Bunlardan proteinler (esansiyel aminoasidler) ve yağlar (esansiyel yağ asidleri) vücudumuzda üretilemeyen ve mutlaka dışarıdan alınması gereken besinlerdir. Karbonhidratlarsa ana enerji kaynağı olarak hemen her klasik diyet listesinde olmazsa olmaz kabul edilirler, hatta enerjinin yarısının onlardan alınması gerektiği ezberletilir. Oysa vücudumuz glukoneogenesis denen mekanizmayla enerji üretebilir, yani aslında karbonhidratlar dışarıdan alınması zorunlu olan gıdalar grubunda değildirler. Şaşırtıcı değil mi?

Daha şaşırtıcı olansa, diyabetik hastalarda kan şekerini kontrol etmek için dışarıdan insülin verilmesi, fakat bu kez de ilacın yan etkisi olan şeker düşüklüğünden korumak için karbonhidrat tüketmelerinin önerilmesidir. Yani, hastalığın nedeni olan maddeyi, onu tedavi etmek için verdiğiniz ilacın yan etkisinden korumak için önermek! Kafanız karıştı değil mi? Peki, o zaman başa dönelim ve şeker hastalığının ortaya çıkışına dönelim.

Kan şekeri, ya da glukoz bütün hücrelerin ana yakıtı kabul edilir. Kanda belli bir oranda bulunması gereken glukozun düzeyini ayarlayan karmaşık bir hormonal denge vardır ama esas olarak bundan sorumlu olan insülin adını verdiğimiz, pankreastan salgılanan hormondur. Ancak insanların neredeyse yarısında insülin direnci dediğimiz bir durum bulunur. Yani dışarıdan alınan karbonhidratlarla yükselen kan şekerini düzenlemeye çalışan insülinin şekeri hücre içine sokma çabasına dokular direnir. Bunun temel nedenleri arasında fazla karbonhidrat tüketimi ve fazla kilolu ya da obez olmak gelir. Böylece, aynı kan şekeri düzeyini tutturmak için giderek daha fazla insülin salgılanması gerekir. Bu durum bazen yıllarca artarak devam eder. Yani insanların çoğu yıllarca, bazen de onyıllarca prediyabetik dediğimiz aşamada kalırlar. Pankreas dokusunun artık insülin ihtiyacını karşılayamamaya başladığı noktada ise kan şekeri yükselir ve diyabet ya da şeker hastalığı dediğimiz durum ortaya çıkar. Kısacası şeker hastalığı öncelikle bir karbonhidrat zehirlenmesi durumudur, sonra da insülin zehirlenmesine dönüşür.

Modern tıbbın diyabeti tedavi etmek için iki aşamalı bir ilaç tedavisi şeması vardır. Bunlardan biri, prediyabet aşamasında insülin direncini ortadan kaldırmaya ve şekeri hücre içine sokmaya çalışan oral antidiyabetik tabletler, iş çığrından çıktığında ise vücudun yetersiz kaldığı yerde dışarıdan verilmeye başlanan insülin. Böylece, kişinin kan şekerini normal tutmak için bazen yüzlerce ünite insülin verilmeye başlanır. Bu aslında bir tedavi değildir, sadece durumu kontrol etmeye çalışma çabasıdır. Oysa insülin bizi acıktırır ve yemeye sevk eder. Üstelik insülin yağ depolanmasını arttıran bir hormondur. Bu arada kan şekeri dalgalanmaları ve her dalgalanmadan sonra ince damar duvarlarında tahribat da devam eder. Başta gözler ve böbrekler olmak üzere tüm organ sistemleri etkilenir. Kalp hastalıklarının neredeyse yarısının altında bu tahribat yatmaktadır.

Fakat, anlaşılmaz bir şekilde günde yüzlerce ünite insülin tedavisi altında olan bir hastaya hala diyetinin yarısının karbonhidratlardan oluşması gerektiği anlatılır. Oysa biliyoruz ki, kan şekerini zıplatma ve insülin piklerine yol açma konusunda karbonhidratlar başı çekmektedir. Proteinler biraz daha az olsa da onun peşinden gelir. Yağlarsa neredeyse hiç bir yükselmeye ve reaksiyona yol açmazlar. O halde, aslında çözüm son derece basit değil mi? Hastalığa yol açan faktörü ortadan kaldırırsanız sorunu çözersiniz. Peki gerçekte öyle mi?

Evet! Yapılan onlarca klinik çalışma gösteriyor ki karbonhidratları tamamen diyetten çıkardığınızda tip 2 diyabeti tama yakın kontrol altına almak mümkün oluyor. Elbette tekrar karbonhidrat tüketildiğinde kan şekeri de yeniden yükseliyor. Yani bu tıbbi anlamda bir kür değil, ama gerçekten de etkili bir kontrol sağladığı kesin. Üstelik bu sayede, ABD’de bir hastanın tıbbi maliyetinde 2000 dolarlık azalma sağlanmış. İnsülin gerçekten de pahalı bir tedavi. Peki neden hala kılavuzlarda yer alan diyet önerilerine takılıp kalmış durumdayız, neden bu gerçeği herkes savunmuyor. Bunun iki nedeni var, birincisi önyargılar. Ve evet, parçalanmaları bazen atomu parçalamaktan daha zor olabiliyor. Ve ne yazık ki ikincisi, insanları hasta tutmak milyonlarca dolarlık bir sektörün ana yaşam kaynağı.

Bundan birkaç on yıl önce modern tıp, yağları diyetten uzaklaştırmayı önererek tarihin en büyük hatalarından ve fiyaskolarından birine imza attı. Oysa yağlar (tabii burada doğal olanları kastediyoruz) hiçbir şekilde kan şekeri artışına ve insülin zıplamalarına yol açmazlar. Aksine karbonhidratlar alındıkları anda kan şekerinizi yükseltir, insülin salımına yol açar ve bu insülin salımı yüzünden çok daha fazla açlık çekmenize, böylece de sizi obeziteye kadar sürükleyecek bir kısır döngüye yol açarlar. Bu kısır döngüden kurtulmanın yolu aslında oldukça basittir. Karbonhidratları mümkünse tamamen, en azından tama yakın diyetinizden çıkarmak! Buna “tam tahıllı” geçinen bütün ekmek ve ekmek ürünleri de dahil. Çünkü çağımızda emin olun ki hiçbir tam tahıl gerçekten tam tahıl değil, sadece pazarlama hilesi.

O halde, insülin direncini ortadan kaldırmaya yönelik diyet önerilerini özetlersek:

-“Yağsız” ya da “yağı azaltılmış” yazan bütün ürünlerden uzak durun. Çünkü bilin ki yağı uzaklaştırmak için içine karbonhidrat ve kimyasallar katılmıştır.

-Gerçek gıdalar tüketin. Gerçek gıdaların paketli olmadığını unutmayın. İşlenmiş gıdalardan uzak durun. Bir gıdanın paketinde“doğal” ya da “organik” yazmasındansa size öyle görünmesi daha önemlidir.

-Hoşlanmadığınız hiçbir şeyi, özellikle de yapay katkılar içeriyorsa, yemeyin. Acıkmadığınızda sadece saati geldi diye yemeyin.

-Tahıl ürünlerini, patatesi ve şekeri diyetinizden tamamen çıkarın. Unlu mamuller için tahıl yerine hindistancevizi unu, badem unu, fındık ve keten tohumu gibi tahıl dışı unları seçin.

Yazar: Op Dr Murat Üstün

Dr. Murat Üstün is the Lead Bariatric Surgeon at IBC - Istanbul Bariatric Center. Dr Murat Üstün has made a commitment to every patient's well-being and safety, a goal that is also pursued by our staff and medical professionals that are at your service, this is part of the excellence equation. Dr Murat Üstün and the Istanbul Bariatric Center team perform medical procedures, including gastric bypass, sleeve gastrectomy, adjustable gastric band, and biliopancreatic diversion with duodenal switch. While performed differently, all of these procedures help patients lose weight by limiting how much food the stomach can hold as well as the patient’s absorption of nutrients. Surgeries are performed at a JCI accredited Hospital. The Joint Commission International works to improve safety at health care facilities domestically and globally. Accreditation ensures facilities are up to date, physicians are board-certified, plans for follow-up care are in place, risks of traveling after surgery are outlined, and more.

Tüm Yazıları →

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Arayın
Bilgi Alın
Whatsapp